Uğruna yıllarınızı heba ettiğiniz afili bir kariyer ve sonuç koskoca bir yalnızlık…
Kendi ayaklarınızın üstünde durmaya başladığınız, o genç yaşınızdan itibaren emek ve alın teriyle, kimi zaman dönülmez rekabetlerden galip çıkarak, kimi zaman da risk alarak canınızı dişinize taktığınız, beşer onar çıktığınız o muhteşem kariyer basamakları ve ancak, takdir, ikramiye ve terfilerle çekilir kılınan uzun mesai saatleri… Neticede ofiste, evde, her türlü sivil ve resmi yaşamda insanlar tarafından şahsınıza gösterilen, her kula nasip olmayacak seviyede bir saygı ve sevgi seli ile birlikte muhteşem bir kariyer hikayesi…
Söylemesi ayıp ama, sanıyorum bu kadar şeyden sonra, başarmanın tadına artık oldukça aşinasınızdır herhalde. Bilhassa iş ve kariyer söz konusu olduğunda pek sınır tanımam diyen siz; daima daha iyisini yapmak için sürekli adım atan gene siz. Daha iyisi için çalışırım, çok çalışırım, hatta hedefime ulaşana kadar kolay kolay duraklamam, geri adım atmam diyen gene siz….
Şu bildiğimiz insan ilişkilerinde de süreç çok farklı gelişmez aslında. Söz sahibi olmak hepimizin oldukça hoşuna gider. Arkadaşlarla toplanmak için bir mekân seçilecekse sizin seçmeniz, gruptan biri arabasıyla kızları evine bırakacaksa o şanslı kişinin siz olması gibi. Korunup kollanan değil, aksine koruyup kollayan olmayı yeğleyen, eskilerde bu gibilere “Erkek Fatma” denilen, şimdikilerde ise, daha ziyade “Maskülen” denilmesi daha çok tercih edilen, tuttuğunu koparan, cesur ve kendi ayakları üzerinde durabilmen kadınlardan bahsediyorum.
Ta ki aşk kapıyı çalıncaya dek!
Hayatımda her derdin ilacını kendimde buldum da bir tek aşkı bir hale yola koyamadım diyen maskülen kadınlar evet siz sizlere sesleniyorum…
Acaba bu benim hayattaki yegâne başarısızlığım olarak mı kaydedilecek kişisel tarihimin tozlu sayfalarına? diye düşünen; “Kariyer konusunda başarı basamaklarını beşer onar çıkan kişi olarak bir tek şu aşk konusunda mı başarısız oldum” diyen kadınlara sesleniyorum:
Aslında bu aşk konusunu keşke kariyerinizde ki başarı kelimesiyle ilişkilendirmeseniz. Çünkü tam olarak başarısızlık da denemez buna. Ama tam da o aşk anında; “Başarıya odaklı düşünememek” denebilir.
Aşk denen psikonevrotik, şizofrenik, psikopatolojik ruh durumu sizi bulduğunda tüm rasyonelliğinizi kaybediyor musunuz?
Ya da âşık olduğunuz adamdan günün sonunda, onu kendinize aşık etmeyi başardığınızda, sizi altın plaketle ödüllendirmesini falan mı bekliyorsunuz? Tüm hayatınızı sarıp sarmalayan başarı hikayeleriniz, bir aşka dahil olduğunuz andan itibaren tüm umur alanınızdan çıkıp gidiyor mu? Hırs, gurur, iktidar düşkünlüğü rafa kalkıyor ve bunların yerini arsız bir sevme hali, sonsuz bir şefkat, anlamsız bir egosuzluk ve daha türlü çeşit zayıflıklar mı alıyor?
Baki kalan tek bir şey var: Cesaret!
Belki de içinizde diyorsunuz ki, onu öyle yüreklice sevebiliyorum ki karşımdaki postmodern zamanlarda yaşayan, bireyselliğin dibine vurmuş bir erkek değil de, orta çağın gizemli dehlizlerinde yaşayan bir romantik olsa, muhtemelen deldiğim dağlardan gözünde mutluluk gözyaşlarıyla geçerdi.
Fakat öyle olmuyor. Güç ile onca haldaş edilmiş olmasına karşın erkekler, karşılarında böylesine kuvvetli bir aşk gördüklerinde kelimenin tam manasıyla korkuya kapılıyor ve böylece delinen dağlar esas oğlanın geçip yanınıza geleceği değil, kaçıp saklanacağı mekanlar haline dönüşüyor.
Erkekler her zaman kendi yöntemleriyle sever fakat, hiçbir erkek bir kadının, aşkı ulaştırdığı mertebeye yaklaşamaz. Kadın sevmekten, severken de güç kaybetmekten asla korkmaz. Hatta güce alışkın bir erkek fatma bile! Oysa erkek ölesiye korkar ki, elindeki unvanlarının ondan alınmasından. O yüzden kararında âşık olur ve kararında aşk acısı çeker. Onlar için her şey kararındadır. Kadın gibi öylece koyuvermez varını yoğunu, benliğini, özünü, kimyasını…Kim bilir belki de onların yaptığı daha doğrudur hemen kızıp, sitem edip yüklenmeyelim onlara…
Aslında aşkın bu inanılmaz, anlaşılmaz gücü, taraflardan birinin sevme ve kendini kaptırma işini zıvanadan çıkarmasından ileri geliyor. Ancak bu delilik halinin iki kişiyi aynı anda vurması da sanıyorum biraz imkansıza yakın bir şey. Biri diğerinden önce alev aldığında ise; ötekinin yampiri yampiri oradan uzaklaşma çabası tam bir ibretlik! Nedir yani, değil mi ama? Gel de bir doya doya sevelim, gözümüz gönlümüz erisin, elalem aşk görsün ama yok! İnsan kendini göz göre göre ateşin içine niye atsın ki? Alevleri gördüğü an, diri diri yanmamak için yapılacak en doğru hamle ufak ufak oradan kaçmaktır.
Kaç bakalım adam. Hayatta karşına, seni yüreğiyle sevecek kaç kadın daha çıkacak acaba!