Yaklaşık 25 yıl boyunca aynı sektörde alt kademelerden yukarıya doğru her aşamayı bizzat tecrübe ederek kariyer basamaklarını tırmandığınızı düşünün. İşe mutfakta çöp dökmekle başlayıp sırasıyla bulaşık yıkamakla, malzeme soymakla, doğramakla, pişirmekle, sunumunu tasarlamakla ve nihayet size emanet edilen koca bir mutfak ekibiyle kendi yemeklerinizi yapmakla devam ettiğinizi hayal edin. Restoranların son derece çetrefil mutfak hiyerarşisinde gözden kaçırdığım görevler vardır mutlaka, örneğin hatırına affedin lütfen. Zaten asıl hikâye, şeflerin şefi olduktan sonra kişinin esiri olduğu egonun altında ezilmeye başladığı noktada, yani marka değerini zedelemeye başlamasıyla hayata geçiyor.
Senelerce emek verip, hayatını adadığı işin her detayını bilen bireyler, hele bir de o işteki yetenekleri ve vizyonları sayesinde yükseliyorlarsa, yavaş yavaş kendilerini sektörlerinde söz sahibi bir pozisyona taşıyorlar. Bu pozisyon onları bir karar ya da onay mercii, vizyon ve başarı kaynağı konumuna getiriyor. Onlar yeteneklerini geliştirdikçe, yepyeni tatlar, benzersiz yöntemler, tablo gibi tabaklar ortaya çıkardıkça, örneğimizde bahsettiğimiz şeflere tanınan imkânlar genişliyor. Belli bir noktadan sonra ortaya konan başarılar, aşılan eşikler öyle büyük hale geliyor ki, şefimiz ülkede eşi benzeri görülmemiş bir marka değeri yakalıyor, adeta gönüllerin fatihi oluyor.
İşte bu noktada kırılmalar geliyor. Kendisine saygı besleyen insanların sayısı arttıkça, usta aşçımız kendi sınırlarını test etmeye başlıyor. Önce restoranda yemek yemeye gelen bir eleştirmen hakkında işinden tamamen bağımsız birtakım cümleler kurarak eleştirmenin itibarını zedelemeye çalışıyor. Sonra bu konuda kendisine çekidüzen vermesini rica eden restoran işletmecisini tersliyor. Nihayetinde restoran sahibi tarafından işletmenin değerlerine uygun davranmaya davet edildiğinde, bütün nezaketi bir kenara bırakıp fiziki bir tehditte dahi bulunabiliyor. Elbette bu senaryoda abartılı noktalar var. Ancak gerçeklik payı şu noktada: Söz konusu şef, hangi ana kadar insanların kendisini hoş göreceğinin sınırlarını test ediyor. Zira yıllar içinde kademe kademe şiddeti artan denemelerinde hep tolerans görmüş ve neredeyse bir futbol sahasını kaplayacak büyüklükte bir ego edinmiş.
LİDERLİK VE EGO YÖNETİMİ
Ego meselesi, liderlik konusunda sık sık ele alınıyor. Bir yönetici olmanın ötesine geçip ekibindeki insanları motive eden, gelecek vizyonu aşılayan, hayal kurmalarını sağlayan, onları cesaretlendiren ve yaratıcı yollara yönelmelerini sağlayan liderler kimi zaman kendi egolarının kurbanı oluyorlar. Bu handikabın üstesinden gelebilmek için liderlik eğitimlerine dahil edilen ego oturumları, kriz çözerken ya da ani karar alırken liderlerin kendilerine dayanak olarak kullandığı özgüveni, zehirli bir ego dürtüsüne dönüştürmelerini engellemeyi hedefliyor. Liderler çığır açan başarılar elde ettikçe kendilerini daha büyük bir baskı altında hissedip kendi içlerinde yaşadıkları birtakım endişeleri, dışarıya karşı sergiledikleri gövde gösterileriyle perdelemeye çalışabiliyorlar. Ancak bu durum çoğu zaman liderin yol göstericiliğine emanet edilen kurumun kültüründe bir aşınmaya, saygı duvarlarının daha alçak hâle gelmesine, genel geçer nezaketin bile nadir bulunan bir değer gibi görülmesine yol açabiliyor.
Hele de bu lider yalnızca ekonomik değil toplumsal ve kültürel değer de üreten bir şirket, organizasyon ya da kuruluşun başındaysa bu liderin eleğinden geçmiş insanlar da bu kültürü benimsediği için, bu toksik davranış önce bireyden bireye, sonra da bu bireylerin etki alanları baz alınarak nesilden nesile genişliyor ve toplumsal kabul alanı açıyor kendine.
Gündelik gazetelerde başarılarıyla kendine sık sık yer bulan, ülkeyi ulusal ve uluslararası arenada temsil etmiş, genci yaşlısı pek çok vatandaşın zihninde birtakım değerlerle özdeşleşmiş bir şöhretin adı şiddet dolu bir olaya karıştığında, haberi okuyanların ilk verdiği tepki genellikle şaşkınlık oluyor. Ancak bu gibi olaylar tekrara girdiğinde, insanların beyninde belli belirsiz bir normalleştirme devreye giriyor ve bu davranışlar şaşırtıcı olma özelliğini yitiriyor. Ve organizasyonların kaliteli, başarılı ve vizyoner diye bin bir dil dökerek kurumlarının tepesine getirdikleri lider, yalnızca organizasyon için değil, yavaş ama görmezden gelinemez bir şekilde toplum için de kültürel bir tehdide dönüşüyor.
Yalnızca iyi iş yapan, saygın bir kurumsal yapı hâline gelmek değil, aynı zamanda sözüne güvenilir, hareketleri izlenir ve aklı yol gösterici kabul edilir bir birey olmak da şirketler kültürü için göz önünde bulundurduğumuz çok katmanlı ve çok yönlü stratejiler gibi dikkatli bir kurgu gerektiriyor. Ve belli ki bu stratejilerin başında, egosuna gem vurabilen, bu zehrin sonuçlarını öngörebilen liderlerle çalışmak geliyor.